Merhabalar

Mediciler’e devam edeceğiz ilerleyen günlerde. Ancak bugün madem ‘Dünya Kadınlar Günü’ biz de tarihte Türk toplumlarında kadının yerinden söz edelim mi biraz?

Yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Hun, Göktürk, Bulgar, Sabir gibi Türk devletlerinde kağan tahtta hatun’u ile birlikte oturuyor ve kadınlar siyasi bakımdan devletin her kademesinde görev yapabiliyorlardı. Şölenlerde, kurultaylarda, ibadet ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde, hatun da mutlaka hakanla beraber bulunuyordu.

Büyük Hun İmparatoru Mete’nin (MÖ 234-174) eşi ‘Yençi’ devlet hayatı ile ilgili çok önemli kararlarda belirleyici olmuş, Çin ile ilk barış antlaşmasını imzalamıştır.

Avrupalıların korkulu rüyası, Tanrı’nın Kırbacı” olarak anılan Avrupa Hunları hükümdarı Atilla’nın ( 395-453) eşi ‘Arıg-Han Hatun’ tek başına elçi kabul etmiş ve gelen heyetlere hükümdardan ayrı, şahsi ziyafetler düzenlemiştir.

Tarihi belgelerimizin en önemlilerinden olan Türk Destanlarından Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz Han’ın eşi karanlık bastığında gökyüzünden inen, aydan ve güneşten parlak bir ışıktır ki; bu semavi sembol, kadının çok kıymetli bir varlık olduğunun işareti olarak kabul edilir.

Orta Asya sosyal yaşamı Türk geleneğinde ise evlilik aşamasında kız çocuğu mirastan payını alır, çeyiz malı üzerinde kocasının hiçbir tasarruf hakkı yoktur. Ev ve tüm servet ise eşlerin ortak malı olduğu için tasarruf hakkı da eşinden sonra kadınlara geçer.

Bu sistem devlet yönetiminde de kendini gösterdiğinden eşleri öldükten sonra devleti idare eden kadınlara rastlamak mümkün olmuştur. En önemli yasama organı olan Meclis (toy) üyesi olan hatunlar hükümdara vekâlet etmiş, ordu komutanlığı yapmıştır. Hatunların hizmetinde görev yapan bakanlar mevcuttur.

Uygurlarda mahkeme başkanlığı yapan kadınlara rastlanmış, VI. yüzyıl başlarında Kafkasların güneyinde yaşayan Sabarların (Sabirler) başına geçen ‘Boarık Hatun’ 100.000 kişilik bir ordunun başkumandanlığını yapmış ve üstün dehası ile Bizans imparatoru I. Jüstinianus’u dize getirmiştir.

Oysa ki, dönemin çağdaşı toplumlarında örneğin Çin’de kız çocuk insan sayılmamış, (devamı yorumlarda)

Yazar

Dr.Öğr.Üyesi Hülya Kalyoncu1990 yılında İ.Ü İktisat Fakültesi İktisat Bölümünden mezun oldu. 2007 yılında ‘Kadir Has Üniversitesi’ Kültür Varlıkları Koruma ve Restorasyon bölümünden ‘Rüstempaşa Camisi ve Çinilerinin Türk Sanat ve Mimarlık Tarihi Açısından Önemi, Üretim, Kullanım ve Restorasyon Sorunları’ adlı yüksek lisans tezi ile ve 2011 yılında ‘Mimar Sinan Üniversitesi’ Türk ve İslam Sanatı Bölümünden ‘Topkapı Sarayı Müzesi Yıldız Porselenleri Koleksiyonu’nun Değerlendirilmesi ‘ doktora tezi ile mezun oldu. Evli ve iki kız çocuk sahibi olan Kalyoncu, Bilgi Üniversitesi’nde ve çeşitli üniversitelerde ‘Sanat Tarihi’, ‘Türk Sanatı Tarihi’ dersleri vermekte olup ve @aspasya99 instagram sayfasında kültür-sanat yazıları yazmaktadır. Bu sayfadaki paylaşımları da bu sayfadan alıntıdır.

Yoruma kapalı.

Pin It