Bazen bilinçsizce sahnelediğimiz günlük oyunlarda, atalarımızdan öğrendiğimiz tüm taklit yeteneklerimizi kullanarak ürettiğimiz soytarılıklarla. Onlara; onların o küçük beyinlerine gönderdiğimiz her algı, bir önceki ile mantık ve akıl ölçüsünde örtüşmediği anda yarattığımız yıkımlar onların öğrenme sürecin tahrip eder. Onların yapmalarını istediğim şeyleri önce kendimiz yapmalıyız. Çünkü söz, eylemin ancak gölgesi olabilir. Onlar ataları gibi önce görerek öğrenir.

   Bakınız; onla sunduğumuz oyuna oynadığımız rollere. Onları eğlendirerek eğitmek için şirin çizgi filmler üretiyoruz. Şirin hayvanlar çizip onları kendimiz gibi konuşturup iyi şeyler yapmalarını, birbirlerine kötü davranmamaları gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.

Lion King (Aslan Kral) ‘daki küçük Simba babası gibi iyi bir kral olmak istiyor; ormandaki bütün hayvanlara adaletli davranan, onları koruyup kollayan güçlü bir aslan olmak istiyor. Bu onun sonsuz hayal gücünün güzelliği. Ama biz ona, bunun için kötülerin çıkardığı zorlukları yenmesi, engelleri aşması gerektiğini söylemek zorunda kalıyoruz.

Çünkü oynadığımız oyunun senaryosunu kötü yazdığımızı ona itiraf edemeyeceğimizden, başarı ve zaferin o kadar kolay elde edilir bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. O şaşkın bakışlar içinde bize ‘ama, niye’ diye sorduğunda baba aslan kralın yaveri yaşlı bilge ‘Nala’ swahili dilinde söylediği şarkıda Simba’ya ‘problem yok’ manasında kullanılan ‘Hakına Matada (kafana takma)’ demek zorunda kalıyor.

Simba’nın küçük, şımarık bir prensten suçluluk ve pişmanlık duygularıyla boğuşan bir çocupa ‘Hakına Matata (kafana takma)’ diyerek duyguları bastıran bir ergene ve ardından büyüklere özgü iktidar hırsıyla babası kralı öldüren kötü amcasını öldürüp, babasının intikamını almasını, böylece gerçek kimliğini bulmasını ve güçlü bir krala dönüşümünü izletiyoruz çocuklarımıza.

Oysa onların hepsi aslında potansiyel olarak Vesconcelos’un Şeker Portakalı kitabındaki küçük saf Zeze’dir.

Zeze’nin hayal gücünün sınırları o kadar geniştir ki büyüklerin dünyasındaki kurallara uymaz. Zeze hayal gücünü yitirdikçe William Golding’in 1954’te yayımlanan romanı Lord of the Flies – Sineklerin Tanrısı kitabındaki Ralf yerine Jack olmaya başlar.Söz konusu eğitim kitap 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştür. 1963 yılında Peter Brook tarafından siyah-beyaz olarak filme çekilmiştir.

Evet! Sahneye koyduğumuz bu büyük tiyatroda bizler onlara hangi rolleri biçiyoruz? Şeker Portakalı Zeze mi? Yoksa Sineklerin Tanrısı çetin ceviz Jack mi olmalarını istiyoruz ?

Yazar

Merhaba! Ben Asuman DABAK. Ben bir tiyatro sanatçısıyım. Size bugün burada evrensel bir sanat dalı olan tiyatronun gelişim süreci ve onun süjesi olan insanın, tiyatro ile olan bağı hakkında konuşacağım. Sizlere, tiyatro sanatçısı olarak kendi gözlem ve deneyimlerimi aktarmanın yanı sıra kendilerine minnet borçlu olduğumuz bilim insanlarının, düşünürlerin bizlere aktardığı değerli çalışmalarının referans ve ışığında bu sanat dalının ortaya çıkışı ve gelişimi hakkında bilgi sunmaya çalışacağım.Teşekkürler.

Yoruma kapalı.

Pin It