Hayat, kendiniz için yarattığınız kaliteli zamanlarla anlam kazanır. Küçük mutluluklar size kendinizi iyi hissettirir. Bir kitabın satır aralarındaki cümleler kalbinize dokunduğunda, radyoda çalan şarkının sözleri size aşkı anımsattığında, bir filmin kahramanı yaşanmışlıklarınıza hayat verdiğinde, aslında bütün anlatılan hikayelerde kendinizden bir parça bulduğunuzu fark edersiniz. Kitaplar, filmler, müzikaller, şarkılar, resimler hiç durmadan dünyayı gözlemleyenlerin hayalgücünün, bildiklerinin, öğrendiklerinin eseridir. Onların olmadığı bir hayat siyah beyaz bir fotoğraftan farksız olur.
Kasım ayında okumanız için seçtiğim kitaplar şöyle;
Güç Sensin/Tuluhan Tekelioğlu
Gerçekleşmiş bir hayalin yaşattığı coşku benzersiz. Neler yok ki o coşkuda; taşkın ruhtaki hevesi kırmak yerine sahiplenen, cesaret veren o “yakın”la çoğalan gurur, yoksunluğu alt etmenin sevinci, toplumsal olarak işe yarama duygusunun özgüveni. Tüm bunları Güç Sensin’de gözlerim dolarak fark ettim. Hayalinin peşinden giden gençlerin hikâyesini okurken şunu hissettim; gençlerin önünü açacak mucizenin uzakta, dışarıda değil çoğu kez yanı başında olduğu ne kadar bilinse o kadar iyi.
Çiğdem Toker (Sözcü Yazarı)
Günümüz dünyasında, özellikle de ülkemizde, sınavlara dayalı ezberci eğitim sistemiyle, gençlerimizi öylesine hırpalarız ki, yaşamlarının ilkbaharında sonbaharı yaşatırız! Oysa hayat, testlerle bize dayatıldığı gibi 4-5 seçenekli değil, sonsuz seçeneği bize sunar! Her çocuğun, her koşulda, başarılı olabileceği bir alan mutlaka vardır ama buna herkes inanmaz! Berna, Leyla, Şeyhmus, Sümeyye, Fulya, Mizgin, Doğukan ve Kaan işte bunu bize gösterdiler. Tuluhan da, bu mucizeyi yaratan kahramanları, Güç Sensin’le destanlaştırdı. Yoksa pek çoğumuzun kendilerinden haberi bile olmayacaktı!
Abbas Güçlü (Milliyet Yazarı)
(Tanıtım Bülteninden)
İz Bırakan Kokular/Seher Balsak
Bir düşünün hangisi sizi daha güvende ve huzurlu hissettirir? Sürekli sizi seven, koruyup kollayan birilerinin yanınızda olması mı ki bir gün yanınızda olamayabilirler, yoksa herkesin birbirinin hakkını tanıyıp, koruyup, gözettiği ve her canlıya değer verilen bir yaşam mı? Birincisi, seni sürekli birilerine bağımlı hâle getirirken, ikincisi özgür aşkı tattırır, gerçek sevgiyi hissettirir ve çoğaltır, huzurlu zihinler yaratır, bu da üretken zihinleri daha fazla üretebilmeleri için özgürleştirir.
Yaşayan hiçbir insan, kainattan bağımsız ya da nötr bir birey değildir, bu yüzden sevgi doldurursak ruhlarımızı sevgi doğurur, nefret doldurursak ruhumuzu kâinat bütün cömertliği ile nefret doğuracaktır bize.
(Tanıtım Bülteninden)
Umudun Beşinci Mevsimi/Songül Ünsal
İnsan en dibe düştüğünde bile ne zaman çıkacağını düşünür çünkü umut etmek en güzel teslimiyettir. Toparlanmamız hatta her şeye yeniden başlamamız gerektiğini biliriz. Tam da bu noktada geçmiş anıların yansıması ile iyi olacak yarınları düşlemeye başlarız. Bazen ufak bir cesaret kırıntısı her şeyi düzeltmeye yeter. En zor anda bile bir çıkış yolu vardır her zaman. Kendini bırakma karanlığa, gitme kendinden; sen kendinden gidersen kimse uğramaz kalbine. Gülümsesin yarınların. Bu beşinci mevsimi en çok sen hak ettin.
Her insan kendi mevsimini taşır yüreğinde. Yaşanmışlığın getirdiği tecrübe ile beşinci mevsimi sığdırır dünyasına. Kimine yaz kimine kış kimine bahardır hayat. Ve sabredenlerin sonu çiçekli yollardır her zaman. Dua, umut, sabır ile güzel insanların sonu hep bahar olur.
(Tanıtım Bülteninden)
Hazırsan Başlıyoruz/Dr. Sinem Durusal
Bugüne kadar başından neler geçti bilmiyorum. Sen de benimkini bilmiyorsun, hatta çoğumuz birbirimizinkini bilmiyoruz, değil mi? Ama ne olursa olsun, her gecenin bir sabahı olmadı mı? Ya da her kış önce mutlaka bahara, sonra yaza, sonra yeniden kışa kavuşmaz mı? Bugüne dek yaşadığımız her şeyde sence de birçok ortak noktamız yok mu? Ben var olduğuna eminim. Benim de acılarım var, senin de acıların var, yeryüzüne ayak basmış, bu dünyada yaşamış, var olmuş tüm canlıların mutlaka acıları oldu.
Peki önemli olan, bu acıların ortasında kalmak mı, kendini bu acıya hapsetmek mi yoksa bu acıdan bir çıkış yolu bulup hayata yeniden sarılmak mı? Hatta belki de daha da güçlenerek sarılmak, kendini çok daha iyi tanımak ya da sana kaybettirdiklerinden ziyade sana kattıklarını düşünerek, “Günaydın!” deyip, “Yeniden!” deyip, “Haydi!” deyip kendini motive ederek yeniden başlamak.
Eğer sen de hazırsan, gel, hikayemizdeki ortak noktaları bulalım.
Hazırsan başlıyoruz!
(Tanıtım Bülteninden)
Palas Pandıras/Hande Aydın
Telefonu elime alıp en dipteki odaya koştum. Boğuk, bulanık bir ses geldi önce kulağıma, annemin uzun zamandır duymadığım sesi. Boğazını temizledi bir süre, sonra uzun bir sessizlik. Sabırla bekledim. “Ben,” dedi, “ister miydim bu kadar yaşamayı.” Küçük öksürükler, sonra bir kâğıt hışırtısı. Hecelemeler. Sanırım elinde bir gazete parçası var.
Palas Pandıras, kimi zaman takıntıların, kimi zaman da hatıraların yorgun düşürdüğü kahramanlarla dolu. Öyküler, okuyucuyu hayal dünyasının sınırlarında değil, gerçek hayatın sokaklarında gezdiriyor. Sıcacık evlere misafir ediyor. İçeriye girdiğinizde yabancılık çekmiyorsunuz. Çünkü o evlerde, yüzlerini görür görmez mutlaka bir yerden tanıdığınız karakterler yaşıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Diş ile Düş Arasında/Müge Sandıkçıoğlu
Virginia Woolf, “Kendine Ait Bir Oda” isimli kitabında kadınlara demiş ki: “…Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..” Ben “cinsiyetler ne der?”, diye düşünmeden sadece yazmak istedim. Ama önce ve hep para kazanmak gerekti, boş zaman bulmak zordu. Ne zaman ki, çocuklar boy attı, her şey çorap söküğü gibi aktı gitti. Odam da oldu, boş zamanlarım da. Yazmak yaşamım oldu. Ne mi var bu kitabın içinde? Hepimize dokunan anların sadece benim dilimden yazılmış halleri var.
Dün var, bugün var, yarın var…
Mizah var, hüzün var…
Çocukluk var, ergenlik var, olgunluk var…
Doğum var, yaşam var, ölüm var…
“Keşke” var, “iyi ki” var…
Bu kitabın size “Evet, evet bunu ben de yaşadım/hissettim/hissettirildim…” dedirtmesini istiyorum. Okuduğunuz her anda benimle sohbet eder gibi okumanızı diliyorum. Müge Sandıkçıoğlu “Okuduklarımda en çok ortaya koyduğun samimiyet ilgimi çekti. Okurla sohbet etmeyi tercih eden bir havan var. Bu duruş da başlangıç için bence çok doğru.
…Yazmak, yılmadan yazmak gerekiyor. Ben umutluyum, hem de çok umutlu.”
Mario Levi
Kusursuz Hatalar/Utku Ceren Deniz
Babam beni sevseydi, her şey bambaşka olabilirdi.
Gözlerim daha umutlu bakabilirdi dünyaya.
İnsanları daha çok sevebilirdim.
Bir erkeği daha şefkatle okşayabilirdim.
Yüzüme yerleşen sert ve donuk ifade, yerini daha sevecen
bir ifadeye bırakırdı. Denizler daha mavi görünür,
gökyüzüne daha sıklıkla bakardım.
Ayaklarımın yere ne kadar sağlam bastığıyla
ilgilendiğim zamanları, çiçek büyütmekle harcardım.
Tek başınalığımın krallığına birini alırken
bu kadar fazla düşünmezdim. Kaç yaşına gelirsem geleyim,
hep eksik hissetmezdim. Ne kadar sevilirsem sevileyim,
göğüs boşluğumdaki açlık hissiyle hep daha fazlasını istemezdim. Babam beni sevseydi eğer, sırtımı ona yaslayıp dinlenebilirdim.
Ölüme koşan atlar gibi durmadan koşarak
harcamazdım hayatımı. Babam beni sevseydi,
belki masal okurdu bana. Belki masallara inanarak büyür ve
kendi masalımı yaratacak gücü bulurdum kendimde.
İşte o zaman, hayatın gerçekleri belki bu kadar acıtmazdı.
Babam beni sevseydi, insanları silerken birkaç defa düşünürdüm. Kimseye eyvallahı olmayan bir edayla, göstermelik bir dik duruşla hayata kafa tutmazdım. Güçlü rolü yaparken,
yanlışlıkla güçlü olmazdım. Babam beni sevseydi,
kendimi sevmek için hayatımın yarısını harcamazdım.
Babam beni sevseydi, her şeye rağmen onun elini tutar
ve onunla iblislerin arasına bile dalardım.
Çünkü babasının sevdiği bir kız çocuğu,
babasının elini en tenha karanlıklarda bile bırakmaz
(Tanıtım Bülteninden)
Sevgilerimle,
Sevgim Çöloğlu
Yoruma kapalı.