Yıllar boyunca kadınlar hakkında oluşturulan klişeler arasında kadınların duygusal, kırılgan, hassas olduğu ve mutlaka hayatlarında bir erkeğe ihtiyaç duyduklarıdır. Oysa alfa kadınları bütün bu klişeleri çoktan yerle bir etmiştir bile.
Aşk, halatı kopmuş bir asansörün kalbimizden midemize hızla inmesi gibi sanki. Bütün dünyaya gözü kör, kulağı sağır eden aşk, bize hayatın tek gerçeğinin ‘O’ olduğuna yeminler ettirebilir. Olur olmadık zamanlarda gözlerimizin yaşlarla dolmasının, yüreğimizde kelebekler uçuşmasının, mutlu hayaller kurmamızın sebebi hep aşktan…
Aşk kelimelere sığmıyor elbette. Ancak, aşk bizi değiştirmemeli. Olmadığımız birine dönüştürmemeli. Sevdiğimiz insanlardan, alışkanlıklarımızdan, beğenilerimizden, tarzımızdan, duruşumuzdan bizi vazgeçirmemeli. O zaman aşk bir eziyete dönüşür çünkü!
Aslında hepimiz birer Lilith barındırıyoruz içimizde. Sadece bunun ne, kim ve hangi dürtüyle bize geldiğinin farkında değiliz. Kısaca Lilith’i bilmeyenler için bahsedelim. Mitolojik bir karakter olarak geçmesine rağmen tek Tanrılı dinlerde karşımıza çıkan ilk kadın. Aslında o ilk feminist benim için. Adem ve Lilith beraber çift yaratılmıştır. Öz benliği ve kendi seçimleri olan Lilith ve Adem cennet adı altında yaşamlarını sürdürürken, Lilith cenneti terk etme girişiminde bulunmuştur. Çünkü, Adem’in ondan sürekli hizmet beklemesi, cinsel ilişkide egemen kalma çabası ve kendini üstün görme haline isyan eden, eşit olduklarını belirten ilk kadındır.