‘’İnsanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.’’  William Shakespeare; tiyatroyu bu şekilde tarif etmiştir.

Tiyatronun hem objesi hem de süjesi insan olunca, insanın tarih sahnesine ilk çıkışından günümüze kadar onunla bu bağı ne zaman kurduğunu ve bunu neden ve nasıl yaptığına da kısaca göz atmamız gerekir diye düşünüyorum.

Yaşadığı vahşi doğadan ve bir parçası olduğu hayvanlar aleminden sıyrılıp, insanlığa doğru attıkları ilk adımlara kadar, kendi aralarındaki iletişimde kullandıkları işaret dillerinin ve ürettikleri diğer görsel veya işitsel iletişim şekillerinin gelişimi ile ilgili tarihsel süreçten de kısaca söz etmek gerektiğinin kanısına vardım.

Antropologların son yaptıkları araştırmalarda, insanın iletişim aracı olarak geliştirdiği dilin ortaya çıkışı hakkında vardıkları ortak görüş; dilin ve konuşmanın şarkı ile başladığı yolundadır.

Avcı toplayıcı dönemindeki atalarımızın hayvan seslerini taklit ederek yaptıkları avlanma ritüellerinde, avlarını kandırarak daha kolay avladıkları ve daha sonra bu taklitlere dayalı jest ve sesleri kendi aralarında da kullanmaya başlayarak bir ilkel dil oluşturdukları düşünülmektedir.

Böylece her bireyin kendi yaşam deneyimini o sosyal grup içinde paylaşması ve bu bilgiyi diğer bireylere aktarması sonucu ortaya çıkan sosyal bağlar gelişme göstermeye başlamıştır.

İşte nesilden nesle aktarılan deneyimlerin bütünü olan bu bilgi birikimi ve oluşan kültür, bugünkü medeniyetimizin özünü oluşturmaktadır.

Yani medeniyetimizi insanoğlunun taklit yeteneğine borçlu olduğumuzu söylemek pek de yanlış olmasa gerek.

  • Anatomik olarak gelişmişlik sürecini 200 bin yıl önce Afrika’da tamamlayan fakat günümüzdekine yakın modern davranışlarına 50-60 bin yıl önce kavuşan insanoğlu beyin olarak aynı hızla evrimleşemediğinden bu yeteneğini geliştirebilmesi zaman almış, uzunca bir süre iletişim aracı olarak kullandığı sesi ve beden dilini mağara duvarlarına çizebildiği ilkel resimlerle ancak dekore edebilmiştir.

3500 yılına kadar, birbirleri ile iletişim kurup anlaşabilmek için hep aynı yöntemi, yani ‘MİM’ dediğimiz beden dili ile birlikte gırtlağından çıkardığı ve ağzı ve diliyle şekil vererek sözcüklere dönüştürdüğü sesleri kullanmış, çoğu kez taşlar üzerine yontarak veya boyayarak betimlediği figürler eşliğinde adeta bir tiyatro sahnesindeki aktör edasıyla derdini anlatmaya çalışmıştır.

  • Yakın zamanda Arkeologların Urfa Göbeklitepe’de yaptıkları kazı çalışmalarında ortaya çıkan 11 bin yıl ile tarihlenen ve bugün dünyanın en eski kültür yapısı özelliğini kazanan Göbeklitepe bunun kanıtı gibi duruyor.

Devamı bir sonraki yazımda..

Yazar

Merhaba! Ben Asuman DABAK. Ben bir tiyatro sanatçısıyım. Size bugün burada evrensel bir sanat dalı olan tiyatronun gelişim süreci ve onun süjesi olan insanın, tiyatro ile olan bağı hakkında konuşacağım. Sizlere, tiyatro sanatçısı olarak kendi gözlem ve deneyimlerimi aktarmanın yanı sıra kendilerine minnet borçlu olduğumuz bilim insanlarının, düşünürlerin bizlere aktardığı değerli çalışmalarının referans ve ışığında bu sanat dalının ortaya çıkışı ve gelişimi hakkında bilgi sunmaya çalışacağım.Teşekkürler.

Yoruma kapalı.

Pin It