Moda; kökeni ‘facia’ olan Latince bir sözcükten gelmektedir. Ortaçağda ‘facon’, Franszca’da ‘fazon’, İngilizce’de ise ‘fashion’ diye geçmektedir. Dilimizde ise ‘şekil vermek’ anlamında kullanılmıştır.

Le Petit Robert sözlüğünde ise ‘Belirli bir toplumda uygun görülen ortak zevkeler, geçici yaşama, hissetme biçimleri’ olarak tanımlanmaktadır.

Modanın tarihi; tarih öncesini bile kapsamaktadır. Zaman içinde gelişim göstermiş ve sınıfsal farklılıklar yaratmıştır. Ama moda asla eskimemiştir.

Ortaçağ öncesinde Mısırlılar; sıcaktan korunmak içi ince ve havadar kumaşlar seçmişlerdir, Sümerler mantoya benzer kaftanlar, Antik Yunan dikilme yerine vücuda sarmayı, Antik Roma sandalet ve tunikler kullanırken, Bizans da bunun izinden gitmiştir.

  1. yüzyılda ve sonrasında moda deyince konu asiller olmuştur. İpek kumaşlar ithal edilip uzun elbiseler giyilmeye başlanmıştır.
  2. yüzyılda saraylı kadınların elbise kolları dökümlü ve uzun, başlarında ise sivri külahlar uçlarında tülbentler bulunmaktaydı. Avrupa da giyim kuşam doğudan etkileniyordu.
  3. yüzyılda en belirgin özellik yakaların bele kadar açık olması, eteklerin uzun ve geniş, sıkı beller kazanan elbiseler şapkalarla süslenmiştir.
  4. yüzyılda üst sınıfın kırmızı ve mavi gibi parlak renklerle giyindiği bilinmektedir. Hatta ilk ipek çorabı 1560 yılında Kraliçe 1. Elizabeth’in giydiği bilinmektedir. Kostümler yüksek belli ve V bitişli olup yakut ve elmaslarla süslenmiştir.
  5. ve 18. Yüzyılda mat renkli giysiler sade ve birkaç takımlar bulunduruluyordu. Geçici modalarla giyimlerin sık sık değişikliğe uğradığı görülmekteydi.

Sanayi devrimine kadar giysiler statü ve toplumsal konum belirleme amacı ile kişinin en değerli varlıklarıydı. Sanayi devrimi ile giyinmek ihtiyaçtan çıkıp tüketim malzemesi halini almıştır.

  1. yüzyılda bel çizgisi yukarı çıkmış ve etekler kabarık hallerinden kurtarılmıştır. Gündüzleri şal ve pelerinler kullanılırken, elbise belleri daralıp yakalar kapanmıştır. 1914 yılında başlayan savaş ile kadınlar erkeksi ve işlevsel kıyafetler giymeye başlamıştır.

1920’lerde ise saçaklı bordürlerle, uzun kolyeler, sallantılı küpeler kullanılmıştır. Sosyal sınıflardaki insanlarda modaya özen gösterip; tiyatro, kabare ve operalarda fazla zaman ve para harcayarak giyinilmiştir.

30’arda kadın sülieti 20’lerin erkeksiliğinden kurtulmuş ve yumuşak hatlara dönüşmüştür. Bazı modacılar 30’ları Elegant Feminity yani Zarif Dişilik yılları olarak görür.

  1. Dünya savaşı ile beraber sivil kıyafetler kısıtlanmış ve karne ile dağıtım başlamıştır. 1947 yılında modanın tekrar yükselimini Christian Dior sağlamıştır. İnce bel, bileğe kadar uzanan bol etek, yüksek topuklar ve yana eğik şapkalar. Teşekkürler Dior.

Savaş sonrasında gençler American tarzını benimsemiş; tenis ayakkabısı, bol pantolon, süveterler tercih etmeye başlamışlardır. O dönemde Camel sigara içip, Chavrolet’e binmek bile moda imiş.

50’ler İngiltere’de anti-moda yaklaşımları, geleceğin Dazlaklar, Hippiler, Raggae ve Rastalar ve Punk gibi alt kültürlere kapı aralamıştır. 50’lerde butiğini kapatan Coco Chanel ise 54’te yeniden açar ve zarif, kadınsı, rahat ve uygun ürünler ile geri döner.

60’ların gözde modacıları Pierre Cardin, Poca Robanne, Yues Saint Lavrent, Christian Dior sentetik kumaşlardan yapılmış, fermuarlı giysiler ve ayağa giyilen pırıl pırıl botlarla ilginç moda akımını yaratmışlardır.

70’li yıllarda var olanı geliştirmeye gidilmiştir.

80’li yıllarda ise moda dehaları Karl Lagerfeld, Versace, Giorgia Armani, Adidas, Zoran, Romco Gigli gibi modacılar partizyen kadın sülietini, döpiyeslerin tasarımcılarıdır.

90’lı yıllarda ise avangart sanat terimi olan minimalizm, seksenli dönemin abartı formuna karşılık sadelik getirmiştir.

2000’li yıllara gelindiğinde donuk ve kentsel yaşamı yansıtan renk ve kumaşlardan 20’li, 50’li, 70’li yılların şık, seksi, kadın koleksiyonlarına ve kumaşlarına gidilmiştir.

Moda her şarta ve her duruma uygun bir biçimi alır ve biz fark etmesek de yaşamımızda büyük rol oynar.

Sevgilerle

 

Yoruma kapalı.

Pin It