İstanbul ne güzel bir kadındır. Annedir en başında, topraklarına gelen hiç kimseyi geri çevirmemiştir. Sahip çıkıp, alanlar yaratmıştır. Bir an da boğazın büyüsüne kapılıp gidebiliyor iken bir bakmışsınız tarihi alanlarında kendinizi buluyorsunuz. Güneşin doğuşuyla çalışkan bir kadın olan İstanbul, ay tepeye çıktığı anda kendini oryantal bir havaya sokup hareketleniyor.
Bize tüm duyguları bir arada yaşatan bir kadın nasıl kokar? Bir şekilde birbirini tamamlayan, şahsına münhasır dediklerimizdendir.
Bizlere tüm güzelliğini sergileyip, nefes almamıza izin veren tarihinde birçok aşk barındıran başka bir şehir yoktur. Zeus’tan tutun da Bizans’ın asalet simgeli mor ağaçları, uğrunda denizlerimizin kontrolünü aldığımız Ayasofya’sı, Hürrem Sultan’ı yaratan Topkapı Sarayı, birçok filme ve gizeme sahip olan Yerebatan Sarnıcı mesela. Unutmadan Kızkulesi’nin Galata Kulesi ile aşkına değinmeden de geçemeyeceğim.
Bu kadar çok şey barındıran bir şehir sizce nasıl kokmalı? Bu soruyu sordum kendime, çevreme çoğu zamanda İstanbul’a. Ben cevabını verdim, ilk önce şöyle baharat ve şekerle harmanlanmış güzel güllü, bergamotlu bir koku sarsın etrafını, sahilde yürümeye başladığında sedir ağaçlarının vanilyanın kokusuyla sütüne bir bal karıştır; oturup içmeye başladığında miskle tamamla geceni.
Bunun adına ‘Sacred Bosphorus’ de mesela, rengini boğazdan alsın, logosunu bahar bahçe çiçekleriyle taçlandırsın. Yaşam alanını sarsın sarmalasın.
Sen İstanbul ol mesela, İstanbul gibi kok.
Sevgiler.